top of page

Değişim, Esneklik ve Yılmazlık Üzerine

Güncelleme tarihi: 13 Ara 2020

Çocukluğumdan gelen ve hayatımda iz bırakan en önemli kavramlardan biri taşınmak sanırım. Babamın işi ve tayinler dolayısı ile değişen şehirler, değişen evler, değişen mahalleler, değişen okullar.. Dolayısı ile değişen ortamlar ve sürekli değişen arkadaş grupları. Bütün bu hayatlarla karışıp kendini büyütürken bir yandan da herkesi olduğu haliyle kabul etmek, onların da seni olduğun hali ile kabul etmelerini sağlamak. Yıllar sonra dönüp baktığımda bu var olabilme ve adapte olabilme kavramlarının birlikte ne kadar anlamlı ve kariyer yolcuğunda ne kadar önemli olduğunu görüyorum.





Çocukluğumdan gelen ve hayatımda iz bırakan en önemli kavramlardan biri taşınmak sanırım. Babamın işi ve tayinler dolayısı ile değişen şehirler, değişen evler, değişen mahalleler, değişen okullar.. Dolayısı ile değişen ortamlar ve sürekli değişen arkadaş grupları. Tam mahallede grubu kurmuş, okulda hocalarla belirli bir ilişki seti geliştirmişken bir bakarsın hop taşınıyoruz. Her şey sil baştan. Çok sevdiğim arkadaşlarımı geride bırakmanın ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum. Bir yandan da farklı kültürler ve farklı insan profilleri tanımak; girdiğin her ortamda -çok zorlansan da- kendini ifade edebilecek yollar, yöntemler geliştirmek. Bazen yarı dönemde bir sınıfa katılmak , ya da kültürüne çok yabancı olduğun bir şehirde akşam komşunun evinde annenin daha önce hiç yapmadığı yemeklerden yemek; mahallede daha önce hiç oynamadığın oyunlara katılmak.. Ez cümle; bütün bu hayatlarla karışıp kendini büyütürken bir yandan da herkesi olduğu haliyle kabul etmek, onların da seni olduğun hali ile kabul etmelerini sağlamak. Yıllar sonra dönüp baktığımda bu var olabilme ve adapte olabilme kavramlarının birlikte ne kadar anlamlı ve kariyer yolcuğunda ne kadar önemli olduğunu görüyorum. Hiç unutmuyorum; taşradan İstanbul’a geldiğimiz yıl yarı dönemde katıldığım bir sınıfta öğretmenimiz benim işimin ne kadar zor olduğunu ve o senenin kayıp olduğunu gözümün içine baka baka anlatmıştı. Hem sinirden hem de üzüntüden ilk dönemin bütün defterlerini o hafta sonu temize çektiğimi hatırlıyorum. Çünkü; o okulda hayatta kalmam gerekiyordu ve bunun için bir dönemi bir hafta sonunda tekrar etmem gerekiyorsa, kuşkusuz yapacaktım!:) Bunun tam tersi de oldu tabii. Çok iyi bir okuldan taşraya taşındığımız yıl kitap-defter açmadan sınıfı geçebileceğimi ilk hafta anlamış ve o yılki uzmanlaşmamı sokak çocukluğu alanında yapmıştım😊 Bugün dünyayı saran çılgın bir dönemden geçiyoruz. Doğru bildiğimiz her şey yanlışmış meğer, daha çok var dediğimiz bir çok teknolojiye geç bile kalmışız. Hayat her sabah yeni sürprizle uyandırıyor bizi. Bildiğimiz, alıştığımız çalışma düzenleri alt üst oldu. “Sosyal varlık” olduğumuzu iddia eden bizler; bir ekran ve bir masanın başında saatlerimizi, günlerimizi geçiriyoruz. Ve her seferinde, her “yeni normal”e biraz daha şaşırıp “böyle de oluyormuş demek!” diyoruz. Kurumsal hayatta beni en çok şaşırtan ise yıllarca konferanslarda dinlediğimiz, eğitimlerle pekiştirmeye çalıştığımız, bir çok şirketin konuya odaklanmak ve organizasyonu hazırlamak için dedike proje grupları ve hatta departmanlar kurduğu bu “dönüşüm” kapıya dayanınca, gözüne far tutulan tavşan gibi kala kalmamız. Tarihin tozlu sayfalarında başarısızlık hikayesi diye okuduğumuz bir sürü vaka şirket ile “bunu nasıl görememişler, şu kararı nasıl alamamışlar” diye inceden dalga geçerken; teoride çok doğru bulduğumuz birçok uygulamayı hayata geçirmeye cesaret edemiyoruz. Bilinmezlik ve risk almak bizi tedirgin ediyor. Ama en önemlisi ve en tehlikelisi süregelen düzen en iyi bildiğimiz şey. Kartlar karılıp oyun yeniden kurulduğunda aynı pozisyonu koruyup koruyamayacağımız ise en büyük korkumuz. Maalesef, bir çok işletmede en yaygın görülen davranış seti bu. Halbuki konunun bireysel olarak oturulan koltuk ya da sorumlu olunan iş ailesi değil, şirketin geleceği olduğu kabul edilmeli. Dahası, başımızı döndüren bu çağda sıkı sıkıya tutunulan o ünvanların ya da sorumlu olunan iş ailelerinin de istesek de istemesek de değişeceği, dönüşeceği görülmeli. Bence işin en heyecan verici kısmı da şu: Kimsenin elinde “olması gereken” ile ilgili bir reçete yok. Dolayısı ile uyumlanma/adaptasyon dediğimiz şey A kimliğinden B kimliğine dönüşmek değil; A kimliğini değişen şartlarla birlikte özgünlüğünü kaybetmeden yeni atmosferde nefes alabilir hale getirmek. Yani; dönüşüm sürecinde edilgen değil de etken olmak; söylenileni yapmak değil de ne olması gerektiğini tarif edebilecek kadar süreçte öncü olmak. Aslında evrim de yaşamı böyle tarif ediyor. Değişen koşullara uyum sağlayan genler yeni nesillere aktarılarak çoğalırken, uyum sağlayamayanlar yok oluyor.


"Bir bambu düşünün diyor yılmazlık (resilience) üzerine çalışan uzmanlar. Esner ama kırılmaz, basınç azalınca toparlanır. İşte bazı insanlar ve dolayısı ile bazı şirketler ve şirket kültürleri de böyle. Bambu gibi! Kimisinin kimyası öyle, kimisi sonradan öğreniyor."*

Gittiğim her yeni mahallede, içinde bulunduğum her ortamın bazı kişisel özelliklerimi nasıl parlattığını, bazılarını da nasıl körelttiğini gördüm. Bu değişimler beni o atmosferde nefes alabilir hale getiriyordu. Sonrasında taşındığımız başka şehirlerde de bu süreç durmaksızın devam etti. Bugün ise iş hayatımda bazen çok hızlı hareket etmem, bazen tam uyumu gözetmem, bazen risk almam, bazen her olasılığı hesap etmeden adım atmamam, bazen beraber çalıştığım arkadaşlarımı sakinleştirmem bazen de heyecanlandırıp harekete geçirmem gereken zamanlar/dönemler oluyor. Her bir durum, içine taşındığımız yeni bir ev. Olması gerekeni olması gerektiği gibi yaptığımı hiç iddia edemem, ama nefes almak için dönüşmem/ dönüştürmem gerektiğini her seferinde bana çocukluk anılarım hatırlatır.


*Sevgili Nilay Örnek'in "İnsan Kendine de İyi Gelir" yazısından alıntı


#baboo #resilience #changemanagement #agile #agility #yilmazlik #esneklik #degisim #degisimyönetimi

160 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page