top of page

Corona Virüsü, Korku Ekonomisi ve Ying Yang

Güncelleme tarihi: 13 Ara 2020

Aslında son dönem hepimizin korkulu rüyası Corona virüsü ve bunun dijital dünyada ticarete etkilerinden bahseden bir yazı yazma niyetindeydim ki konu üzerinde düşünürken şunu fark ettim: Adı ister Corona olsun, ister terör, ister bireysel silahlanma ya da deprem, toplumsal kaygı ve korkularımız hep var. Bu kriz dönemlerini yaşarken her ne kadar panik olsak ve kabuğumuza çekilsek de gerilimler ve totalde zor hayatlarımız bizi daha optimist ve daha kolaycı yapıyor; bu da tüketim alışkanlıklarımızı kökünden etkiliyor. Ne mi demek istiyorum? Buyurun bakalım..


“Ne var canım bunda korkacak?” diyemeyecek kadar çok nedenimiz var..


PTSD Jenerasyonu diye bir tabir duydum. Bayılıyoruz nesilleri X, Y, Z diye demografik gruplara ayırmaya ama aslında başka motifler de varmış yaşadığımız dönemin toplumunu karakterize eden. PTSD (Post Traumatic Stress Disorder- Travma Sonrası Stres Bozukluğu) aslında psikolojik bir rahatsızlık. Ancak o kadar çok travmaya maruz kalıyoruz ki bu davranış tipi toplum olarak kodlarımıza işlemiş durumda. Bizler terörü iliklerimize kadar yaşamış, deprem görmüş, orta çağdaki veba salgını gibi ürkütücü virütik hastalıklarla sınanan bir jenerasyonuz. Olanlar ya da gördüklerimiz olası benzeri ya da daha büyük felaketlerle ilgili bizi çok kaygılandırıyor. Amerika’da gençlerin %57’si okulda bir manyak tarafından vurulmaktan korkuyor (Amerika’daki bireysel silahlanma yasaları ve bu sayede edinilen silahlarla terör estiren ruh hastalarını hatırlayalım). Bizim çocuklarımızın yaşam ömrü boyunca İstanbul’da büyük bir deprem görme olasılığı neredeyse %100. İnsanın kendini panik odalarına kilitleyesi geliyor gerçekten.


Eko-anksiyete: 2019’da yapılan bir iklim araştırmasına göre dünya üzerindeki her 100 kişiden 90’ı global ısınmanın gelecek hayatlarını zorlaştıracağını düşünüyor. 20 Eylül 2019’daki 16 farklı ülkede okul çocuklarının aynı anda yaptığı iklim boykotunu hatırlayın. Günlerce gündemde kaldı ve ne çok konuştuk bu olayı. Belki biz çok da içselleştiremiyoruz ama 11 yaşındaki oğlum her gün okuldan global ısınma ile ilgili öğrendiği yeni bir felaket senaryosu ile geliyor. Onun yetişkinliğinde dünyanın en büyük probleminin bu olacağını biliyor ve şimdiden kaygılı.


2008’deki global finansal krizden sonra insanların en büyük korkularından biri de ekonomik hayatlarındaki belirsizlikler ve bunu kontrol altında tutamamanın yarattığı kaygı oldu sanırım. Düşünsenize; bir araştırmaya göre insanların ¼’ü borçlarını mezara götürmekten korkuyormuş. Yani ölünceye kadar borç ödeyeceğimizi kabullendik de ya öldükten sonra bizden sonrakilere de kalırsa diye dertleniyoruz. Ne düşündürücü ne korkunç bir iç ses.


Korkularımızı tetikleyen bir unsur da Duygusal Bulaşma (fear flood) imiş. Günümüzün dijital dünyası sağ olsun; her konuda olduğu gibi duyguları bulaştırma konusunda da bizi inanılmaz hızlandırdı. Uzak doğuda bir kasabada yaşanan üzücü bir olay saatler içinde onlarca mecradan bize ulaşıyor ve tüm insanlık hep birlikte o üzüntüyü yaşamaya başlıyoruz.


Peki bu ruh hali hangi davranış şekillerini ve dolayısı ile hangi iş modellerini tetikliyor? Gözlemlerim şöyle;


Kronik belirsizliğe en büyük tepki “istikrar arayışı ve rutin beklentisi” gibi gözüküyor. O yüzden alışveriş süreçlerinin basit, entegre, yormayan ve şaşırtmayanı makbul. 24 saat yemek teslimatı yapan yerler mesela çok popüler. Getir gibi, Yemek sepeti- banabi gibi her aradığını istediği zaman evine ulaştıran çözümler çok rağbet görüyor. Sonu -jet’li express’li hızlı teslimat kurgularına hemen hemen her marka yatırım yapıyor. Hatta artık sabit bir adres vermenize de gerek yok. Park, plaj, festival alanı vs. siz neredeyseniz istediğiniz her şey oraya geliyor.


Daha basit ve sizin için seçilmiş opsiyonlarla dolu alışveriş mekanları da artık çok popüler. Amerika’nın süpermarket devi Aldi’nin yeni akıllı mağazaları buna bir örnek: 50 farklı salata sosu yerine 3 ya da 4 opsiyon sunuyor; bir çeşit hardal, 2 çeşit ketçapla yetiniyor. Çünkü az ürün, aslında hızlı alışverişin de ipucu. Bu formata geçen ve mağaza sayısını ikiye katlayan Aldi, geleneksel süpermarketlerin %0,5 küçüldüğü bir dünyada 2023 yılına kadar %5,6 büyümeyi hedefliyormuş.


Bir diğer karakteristik ruh hali de “aşırı optimist” olmak. Aslında bizi bu noktaya çeken bir süreç var: Yapılacak çok iş, gezilecek çok mekan, bir sürü aktivite ve üstlendiğimiz bir sürü rol. Hayat kısa ve bizim hepsine yetişmemiz lazım! Bu temponun doğal sonucu da tabii ki yoğun bir yetersizlik hissi. Bunun çaresi de zıttında: Çok mutlu olmaya, aşırı eğlence ve kutlamalara, kişisel gelişim süreçlerine, sağlıklı yaşam aktivitelerine varımızı yoğumuzu yatırıyoruz.


Son dönem alışveriş etkinliklerini düşünün. Alibaba’nin 'singles day' aktivitelerine sadece bir alışveriş kampanyası diyemeyiz. 24 saat canlı yayın, onlarca ünlü, anlık kuponlar, çekler, yarışmalar, vs. tam bir karnaval havasında kutlandı.

Aşırı eğlence ve kutlamalara bir örnek de lansman ya da ön satış aktiviteleri. Kim Kardashian West’in yine Singles’ Day döneminde yaptığı ve kendi parfüm markasını tanıttığı canlı ön satış yayını 13 milyon kişi tarafından izlenmiş ve 15k şişe parfüm sattırmış. İnsanlar ekrandaki gülen yüzlerin bir parçası gibi olmaya ya da öyle hissetmeye çok ihtiyaç duyuyorlar demek ki:)

Optimist olmak, bu korku çağında cesur hatta asi bir seçim aslında. Sadece bu his bile insanları mutlu olaya itiyor olabilir.


Zor zamanlar insanları daha da yakınlaştırır derler. “Birlikte hareket etme ve onun gücünden yararlanma” bu dönemin en popüler davranış şekillerinden biri. Tabi şirketlerin de bu iç görüyü görüp buna uygun kurgular geliştirmesi lazım.


Benim en sevdiğim örneklerden biri Uber Eats’in geçen aylarda lanse ettiği Group Order fonksiyonu oldu: Arkadaşlarınızla buluşacaksınız ve zaman dar. Tercih ettiğiniz bir restorandan grup siparişi başlatıyorsunuz, tercihlerinizi yaptıktan sonra linki arkadaşlarınıza gönderiyorsunuz, onlar da aynı şekilde uygulama üzerinden sipariş girip takibini yapabiliyor. Ödeme adımı da yine toplu ya da kişi kişi tamamlanabiliyor:


Çin’in en büyük sosyal alışveriş platformlarından biri olan Pinduoduo da ‘işbirliğinin gücü’ne enteresan bir örnek. Bu platform üzerinden satılan her ürünü kullanıcılar birbirine tavsiye edebilir, ya da ortak alışverişe karar verirlerse grubun büyüklüğüne göre farklı toplu indirimler alabilirler:

Peddler da buna çok benzer bir alışveriş uygulaması. Ne kadar çok insan aynı ürünü isterse o kadar indirim oranı artıyor. Yeterince sabırlı olan alıcılar ürünlerde %55’e kadar indirim yakalayabiliyormuş:)


Sözün özü; kimse kusura bakmasın korkmak ve kaygılanmak için yeterince nedenimiz var. Her ne kadar beklenen tepki “kabuğumuza çekilmek” olsa da aslında öyle yapmıyoruz. Evet, daha kontrollü bir hayat beklentimiz var, evet riskleri minimize etmeye çalışıyoruz. Ama bunu yaparken “inadına” daha pozitif, daha kolaycı, daha kabullenici, daha rahat, daha sosyal, daha bir arada, daha eğlenceli olmaya çalışıyoruz. Yani korkularımızla biraz da korktuğumuz ruh haline savaş açarak mücadele ediyoruz. Zıtlıklardan bir denge yaratarak ayakta kalmaya çalışıyoruz. Hayat da tam olarak bu değil mi zaten?






Bu yazıyı beğendiyseniz, yenilerinden haberdar olmak için mail adresinizi aşağıya bırakabilirsiniz:)


#Corona #Coronavirus #feareconomy #yingyang #ubereats #peddler #pinduoduo #alibaba #singlesday #kkw

394 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page